1 Aralık 2007 Cumartesi

26 Eylül 2007 Çarşamba

İlhan Selçuk’tan müthiş bir yazi.
Son cumlesi inanilmaz.
Okuyunuz ve okutunuz.
İrticanin Dibi Yoktur......../

İlhan Selçuk Amerika Irak'ı işgal ederken ne dusunuyordu:
Diktator Saddam 'i devirecegiz, yerine demokrasiyikuracagiz;
halk bizi ciceklerle bekliyor...Ne oldu?.. Irak nerdeee?..
Demokrasi nerdeee?..

**Amerika bir yandan Irak'i isgal ederken ote yandanTurkiye
icin ne dusunuyordu? ..'Ilimli Islam Devleti Modeli...'Kafaya bak sen!..
Irak icin demokrasi...Ataturk 'un kurdugu laik Turkiye Cumhuriyeti
icinIslam Devleti Modeli...

***Amerika'nın Irak'a dönük projesi fos çıktı... Peki, Türkiye'ye
dönük projesinden ne haber?..Gelen giden haberlere, yorumlara,
aklievvellerin el altından ve üstünden tezgahlanan soylentilerine
bakilirsa, Amerika'nin aklı başına gelmeye başlamış... Diyorlarmis ki:
- Ilımlı Islam Devleti Modeli macerasi hemTürkiye'ye uymadi,
hem Amerika'ya zarar verdi...

***Islam kutsal bir dindir... Ama, ister ılımlısı olsun, ister radikali,
'IslamDevleti Modeli' nin gerçek adı nedir?..Tek sozcuk:Irtica!..
Peki, irtica nedir?..***İran Cumhurbaskani Mahmud Ahmedinejad
Tahran sokaklarinda kadin avina cikmisti...O kadinin basortusunden
tasan saçı, bu kadinin turbanindan tasan percemi tesetture uygun
muydu, degil miydi?.. Irtica budur!..Ama, irtica elbette bu noktada
da durmaz...Ahmedinejad ayni gunlerde eski ve yasli kadin
ögretmeninin elini öperken fotografçının objektifine yakalanmasın mı!..
Iran'daki Hizbullahcılarda tepki kiyamete donustu...

**Murteci ne diyordu:- Musluman İran halki, şeriata aykiri
bu turdavranislari affedemez!.. İrticanin dibi yoktur!..Islam
Devleti'nin ılımlısı, yumusagi, serti olmaz!..Allah adina ahkam kesmek
bir devletin duzeninde agirbasmaya basladi mi, insan silinir gider...
İnsanin yerini kim alir?..Murteci!..

***Isin en kotu yani, yuce Allah, Hazreti Peygamber,Kuranikerim adina konusan murteci sorusunun devlet duzeninde iktidari ele gecirdikten sonra, gun gectikce azmasidir...Bu takimdan biri, yolda yuruyen Bektasi'nin ensesineokkali bir tokat vurmus...Baba hizla donup bakinca aciklamis:

- Ne bakiyorsun Erenler, bu tokat Allah'tandi. ..Bektasi:- Imanim, demis, elbette oyledir; ama, Allah'in buisi hangi pezevengin eliyle yaptirdigina bakiyorum... > >Ilimli Islam Devleti mi?..Amerika bu isi hangi pezevenk marifetiyle Turkiye'de tezgahlamak istiyor?..

10 Eylül 2007 Pazartesi

Levent Yüksel - Haram Geceler - ankara konseri



LEVENT YÜKSEL ANKARA KONSERİ HACETTEPE ANFİ TİYATRO MEME VAKFI YARARINA YAPILAN KONSER 09.09.2007 ORADAYDIK...

28 Ağustos 2007 Salı

Bir başkadır benim memleketim...

Hürriyet Video'larını izlemet için Flash 7 veya daha yüksek eklenti yüklenmeniz gerekmektedir. Yüklemek için tıklayınız!!!


Türkiye'nin tanıtım filmi. İzleyin ve dört bir yanı cennet olan bu ülkeye bir kez daha aşık olun. Değerini bilmeyenlere inat!...

Cumhurbaşkanıma Bak!


Aşırı yorumsuz!...

25 Temmuz 2007 Çarşamba

Çok etkileyici bir resim

"Dünyada her şey karşılıklı.

Bugün biz toprağın üzerindeyiz,

yarın ise o bizim üzerimizde olacak."




ATAMIZIN NAAŞI ANITKABİR'E GİDERKEN BİR ARA SOKAKTA SADECE 3
SANİYELİĞİNE ATAMIZIN NAAŞINA SON BİR SAYGI VAZİFESİ OLARAK TOPLANAN
BU KALABALIK HALKIMIZ DEĞİLDE KİMDİR..AYRICA PENCERELERE DİKKAT EDİN
HER YER İNSANLA DOLU.AYRICA BU KALABALIĞA NAAŞIN BAŞINDAKİ 3 ASKER ÇOK
ŞAŞIRMIŞ OLACAK Kİ BAKIN NASILDA ŞAŞKINLIKLA İNSANLARA BAKIYOLAR...

23 Temmuz 2007 Pazartesi

Dünyanın en tuhaf mahluku

akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.

midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.

ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.

koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılı verirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama
—kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Nazım Hikmet RAN

22 Nisan 2007 Pazar

23 Nisan


Google, EMEA Bölgesi Pazarlama Müdürü Yonca Bruninibugün tüm basın kuruluşlarına yolladığı basın bültenini buradan okuyabilirsiniz.



23 Nisan www.googlebizelogoyapsana.com’u çalışmalarından dolayı kutlamak istiyorum. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hepimize kutlu olsun :D

13 Nisan 2007 Cuma

14 Nisan...

14 Nisan...

Şimdi size desem ki...

"Antalya'da onbinlerce insanın katılacağı miting var, haberiniz olsun."

Eminim çoğunuz... "Hayırdır, ne mitingi bu" der.
Halbuki o miting yapıldı bile.
Yağmur vardı... Şakır şakır. Buna rağmen onbinler katıldı.

Gördünüz mü televizyonlarda? Gazetelerde? Göremediniz...

Çünkü vermediler. Sansürün feriştahı işte budur.
Antalya "kıyıda" kaldığı için, "göstermezsek, kimsenin ruhu bile duymaz" dediler ve bunu başardılar... Kısmen.
Ama gelin görün ki, o mitingin feriştahı, Türkiye'nin "kıyısı"nda değil, "göbeği"nde, Başkent'te yapılacak 14 Nisan'da.

Yüzbinler katılacak... Yüzbinler.
Sakla da görelim.


Kızıyorlar tabii... Öfke falan. Diyorlar ki, "şirazesi kaçtı..." Nedir bu mitingin adı? "Atatürk ve Cumhuriyet mitingi." E bu Cumhuriyet'in şirazesi değil midir Atatürk? Neden kaçsın?
Neymiş, öğrenciler katılsın diye, bazı üniversitelerin sınavları ertelenmiş.Canım kardeşim... Bebe yaşındaki ilkokul öğrencilerini partinin mitingine götürünce, "güzel..." Üniversiteli Ata'ya gidince, "çirkin..." Var mı böyle?
Üstelik... Avrupa Birliği fonlarından para alan sivil toplum örgütleri, memleketin bölünmesi için çaba harcarken, soykırım iddiasını desteklerken, Kıbrıs'ı verin diye kıçını yırtarken, "demokrasi" oluyor.Hiçbir yerden para almayan sivil toplum örgütleri, Atatürk ve Cumhuriyet için çaba harcarken, "anti-demokratik" oluyor.
Yok öyle!
Şiraze kaçmıyor. Aksine... Şiraze kovalıyor.
Hep beraber, 14 Nisan'da Ankara'ya...

Yılmaz ÖZDİL - Haberin kısayolu: için TIKLAYINIZ







2 Nisan 2007 Pazartesi

:: Sayın Öcalan!(Yuh Be!)

http://www.kanalturk.com.tr/yazar.php?yazarlar_id=552

Önce şaka sandık.Tayyip Erdoğan "Sayın Öcalan "demiş.Dalga geçiyorlar diye düşündük."Hayır, Cumhuriyet gazetesi yazmış ne şakası" dediler.Ama yeni dememiş, yedi yıl önce hapisten çıktıktan sonra Avustralya'ya gitmiş orada radyo röportajında söylemiş.E, ne fark eder?Katil o zaman katil değil miydi?



14 Mart 2007 Çarşamba

Hayatta kararlar birer kibrittir

HAYATTA KARARLAR BİRER KİBRİT' TİR. Adamın biri, bilge bir kral olmakla ün salmış olan kralın yanına gider. Krala şunu sorar "Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?" Kral"Elbette" der,"Kaç bacagın var senin? ". Adam soruya şaşırarak "İki efendim" der. Kral "Pekala, tek bacagının üstünde durabilir misin? ''Elbette" diye cevap verir adam. Kral "O halde hangi bacagın üstünde duracagına karar ver". Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir. "Tamam" der kral "Şimdi de öteki bacağını kaldır." Adam şaşırır "Bu imkansız kralım" der. "Gördün mü? " der kral "Özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. Ondan sonrasında değil. "Tiziano Terzani'nin "Atlıkarıncada Bir Tur Daha" adlı kitabında okuduğum bu küçük öykü yıllardır tartışılan özgürlük kavramı üzerinde bir kez daha düşünmeme yol açtı. Hayat gerçekten böyleydi. İlk kararı alıyordun ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyordu. Hayat hata kabul etmiyordu. İlk kararın doğruysa işler yolunda gidiyordu ama eğer yanlış bir karar aldıysan, herşey zincirleme yanlış gidiyordu. Mesela mesleğini seçerken...Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerinin farkinda olmaksızın bir meslek seçtiğinde ömür boyu işini zorla yapmaya mahkum oluyordun. İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyordun. Ama biliyordun ki; özgürlüğünü kullanmiş ilk kararı vermiştin ve yeniden başlama cesaretin yoktu. Bazı insanlar vardı hayatta...Onlar ise her şeyi ardlarında bırakıp yeniden başlayacak kadar cesurlardı. Ama sen onlardan biri olamıyordun. Bunca emek bunca calışmayı sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atıveremiyordun. Oysa göz ardı ettiğin bir şey vardı. Hayat çok kısaydı ve mutsuz olduğun işlerle zaman öldürmek aynı zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlıydı. Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu. Yanliş bir karar aynı evde yaşayan iki düşman yaratabilirdi. Aşk zorunluluğa dönüşebilir ve hayatını cehenneme çevirebilirdi. İlk kararı alıyordun, bu konuda özgürdün ama devamında senin kararına bağlı olmayan pek çok şey gerçekleşiyordu. Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti. Doğru yerde ateşlediğinde seni ısıtacak ateş, çorbanı kaynatacak ateş oluyordu, yanlış yerde ateşlediğin vakit ise içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakıyordu. Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildi. Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekiyordu. Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmiyordu. Çok daha önemli olan başka bir şey vardı. Kendini bilmek...Ne istediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler yapabileceğini bilmek zorundaydın. Ancak o zaman doğru kararlar veriyor ve mutlu bir hayata sahip oluyordun. Ve kararlar birer kibritti...Ya kendini yakıyordun ya da ısıtıyordun...

8 Mart 2007 Perşembe

Yorumsuz Slayt Gösterisi

Eduardo Galeano'dan..

Hastalık derecesinde eğriyi doğruyu hesaplayarak ömür geçmez, çünkü hayatı, kasmadan yaşamak gerek.

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, Yürüyen Kelimeler adlı kitabında, Başarılı Adam üzerine Pencere adlı denemesinde şöyle diyor: "Uzaklığı hesaplamadan aya bakamaz. Çıkacak odunu hesaplamadan ağaca bakamaz. Fiyatını hesaplamadan bir tabloya bakamaz. Kaloriyi hesaplamadan bir menü'ye bakamaz. Avantajlarını hesaplamadan bir adama bakamaz. Riski hesaplamadan bir kadına bakamaz." Bu kadar hesapçı olunduğunda, başarılı olmak belki mümkün, ama böyle elde edilen başarının mutluluk getirmesi mümkün değil. Hastalık derecesinde eğriyi doğruyu hesaplayarak ömür geçmez, çünkü hayatı, kasmadan yaşamak gerek.

Kendinizi atlı bir arabanın sürücüsü olarak hayal edin. Atlar hayatınızı sembolize etsin. Önünüzdeki atların dizginlerini elden bırakmayacaksınız. Yön vereceksiniz. Motive edeceksiniz. Gözünüzü yoldan ayırmayacaksınız. Ama çok da sıkmayacaksınız dizginleri. Hayatınızı hem planlayacaksınız, nereye gideceğinizi bileceksiniz hem de geçtiğiniz yolda o arabayı sürmekten keyif alacaksınız. Nerelerden geçtiğinizi gözünüze, gönlünüze sindireceksiniz. Fazla ince eleyip sık dokursanız, günleri kendinize zehir edersiniz. Biraz da olsa macerayı göze almalısınız. Hayatınızı planlayarak, akışına bırakmalısınız. Yarınki işlerinizi, sorunlarınızı düşünerek, bugünü elinizden kaçırmayın. Korktuğunuzun başınıza gelebileceğini unutmayın.

Nitekim Galeano’da aynı fikirde ki bakın yine aynı kitapta Korku Üzerine nasıl bir pencere açmış: "Aç adam kahvaltıda korku yer. Sessizlik korkusu sokakları sarsar. Korku tehdit eder. Eğer aşık olursanız, AIDS olursunuz. Sigara içerseniz kanser olursunuz. Nefes alırsanız zehirlenirsiniz. İçki içerseniz, kaza yaparsınız. Yemek yerseniz, kolesterolünüz yükselir. Konuşursanız, işsiz kalırsınız. Yürürseniz, saldırıya uğrarsınız. Düşünürseniz, acı çekersiniz. Şüphe ederseniz, acı çekersiniz. Hissederseniz, yalnız kalırsınız." Bunlar doğru olsa da, kuruntu haline getirmeyin. Korkunun ecele faydası yoktur, sözünü bilirsiniz. Hesaplı kitaplı, yasaklamalarla dolu bir hayat, belki ömrünüzü uzatır ama, yaşadığınızı anlamadıktan sonra neye yarar? Şu söz de akıldan çıkmamalı hatta hiç. "Korkaklar her gün ölür, cesurlar bir kez".

Korkularınızı yenin. Kendinizi sevin. Ödülünüz olan yaşamın, tadını çıkarmaya bakın.

1 Mart 2007 Perşembe

Sarhoş olun..

Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu.
Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? ...
Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun...
Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin.

Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...”

* * *

Baudelaire

26 Şubat 2007 Pazartesi

8gb ücretsiz hosting "king of hosts"

king of hosts

8,000mb disk space (8gb!)
50,000mb bandwidth (50gb!).
NO ADVERTISEMENTS on your pages!
FREE subdomain (yourname.KingofHosts.com)
Easy to use WYSIWYG editor
Full FTP Support
PHP 4 Support
10 mySQL database's
Instant activation
Domain name support
99.9% Uptime
and MORE...

19 Şubat 2007 Pazartesi

E-mail'lerimiz okunuyor mu?...

Bütün e-mail’lerimiz istenirse okunuyor

ABD’nin bir numaralı bilgisayar güvenlik şirketi Hacker Safe’in Türkiye Temsilcisi İnan Taptık çok önemli uyarıda bulundu.


Okumak için tıklayın!..

16 Şubat 2007 Cuma

BEN YATIYORUM :))

Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı.
Annem, "Geç oldu," dedi, "zaten yorgunum, ben yatıyorum."
Annem kalktı, mutfağa gitti.
Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı.
Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu.
Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi.
Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün
diye de eti aşağıya koydu.
Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı.
Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu.
Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve
makineyi tekrar doldurdu. Banyodaki çöp sepetini boşalttı.
Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı.
Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti. Çiçekleri suladı.
Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.
Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene
tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğildi,
sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu.
Kek tarifleri defterini çıkardı,arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı,
çantasına koydu. Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu.
Sonra gitti, 3'ü 1 arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı,dişlerini fırçaladı.
Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü.
Tırnaklarına baktı, törpüledi. İçeriden "sen yatmaya
gitmemiş mıydın" diye seslenen babama "şimdi gidiyorum"
deyip köpeğin su kabını doldurdu. Kapıları pencereleri kontrol etti,
holdeki lambayı yaktı. Kardeşimin odasına gitti, oğlan uyumuş,
lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı,gömleğini astı,
yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı. Bana geldi,
"haydi yat artık, biraz da yarın çalışırsın," dedi.
Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini
hazırladı. 6 maddelik acil işler listesine 3 madde daha
ekledi. Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin
gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi. İşte o sırada
babam televizyonu kapattı,
ortaya öylece bir "ben yatıyorum" dedi ve gitti yattı.
Sizce bu işte bir gariplik yok mu?
Kadınların neden daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz?
ÇÜNKÜ BİZİM YAPIMIZ UZUN ÇEKİŞLİ
(ve işimizi bitirmeden öyle çabuk çabuk ölemeyiz)!
Şimdi bu yazıyı tanıdığınız olağanüstü kadınlara
gönderin - emin olun, hepsi bayılacaktır.
SONRA DA ARTIK YATIN!


Bu postayı bana gönderen BİLGE'ye teşekkür ederim.

13 Ocak 2007 Cumartesi

Sabrın sonu

Başlangıçtan bu yana 5 ay gedi geçti. Artık hür general olmama 3 gün kaldı. 17 Ocak üç devremle birlikte aynı uçakta evimize döneceğimiz gün. İlk başlarda ne kadar çok istiyorduk bu tarihin gelmesini anlatamam. Ama zaman geçtikçe insanın içinde heveste kalmıyor. Sevdiklerimi özledim, hepsi burnumda tütüyor. Bir sürü anım oldu. 50 farklı insan aynı eğitimde yan yana ter döktü. Fotoğrafta ekleyeceğim çok yakında. Şu an hala mahrumiyet halim sürüyor. Ama şu var ki artık benim hayatımda askerlik yapmam gerekiyor gibi bir ifade olmayacak. Bunu bilmek çok güzel bir duygu. Bugün silahımıda teslim ettim. Silah arkadaşlarım lafı havada kalıyor artık. Silah gitti mertlik bozuldu. :)

Neyse askeriyenin net kafesinden belkide son kez buraya birşeyler yazıyorum. Yeni paylaşımımda terhis belgemi almış olurum. :)