14 Mart 2007 Çarşamba
Hayatta kararlar birer kibrittir
HAYATTA KARARLAR BİRER KİBRİT' TİR. Adamın biri, bilge bir kral olmakla ün salmış olan kralın yanına gider. Krala şunu sorar "Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?" Kral"Elbette" der,"Kaç bacagın var senin? ". Adam soruya şaşırarak "İki efendim" der. Kral "Pekala, tek bacagının üstünde durabilir misin? ''Elbette" diye cevap verir adam. Kral "O halde hangi bacagın üstünde duracagına karar ver". Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir. "Tamam" der kral "Şimdi de öteki bacağını kaldır." Adam şaşırır "Bu imkansız kralım" der. "Gördün mü? " der kral "Özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. Ondan sonrasında değil. "Tiziano Terzani'nin "Atlıkarıncada Bir Tur Daha" adlı kitabında okuduğum bu küçük öykü yıllardır tartışılan özgürlük kavramı üzerinde bir kez daha düşünmeme yol açtı. Hayat gerçekten böyleydi. İlk kararı alıyordun ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyordu. Hayat hata kabul etmiyordu. İlk kararın doğruysa işler yolunda gidiyordu ama eğer yanlış bir karar aldıysan, herşey zincirleme yanlış gidiyordu. Mesela mesleğini seçerken...Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerinin farkinda olmaksızın bir meslek seçtiğinde ömür boyu işini zorla yapmaya mahkum oluyordun. İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyordun. Ama biliyordun ki; özgürlüğünü kullanmiş ilk kararı vermiştin ve yeniden başlama cesaretin yoktu. Bazı insanlar vardı hayatta...Onlar ise her şeyi ardlarında bırakıp yeniden başlayacak kadar cesurlardı. Ama sen onlardan biri olamıyordun. Bunca emek bunca calışmayı sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atıveremiyordun. Oysa göz ardı ettiğin bir şey vardı. Hayat çok kısaydı ve mutsuz olduğun işlerle zaman öldürmek aynı zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlıydı. Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu. Yanliş bir karar aynı evde yaşayan iki düşman yaratabilirdi. Aşk zorunluluğa dönüşebilir ve hayatını cehenneme çevirebilirdi. İlk kararı alıyordun, bu konuda özgürdün ama devamında senin kararına bağlı olmayan pek çok şey gerçekleşiyordu. Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti. Doğru yerde ateşlediğinde seni ısıtacak ateş, çorbanı kaynatacak ateş oluyordu, yanlış yerde ateşlediğin vakit ise içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakıyordu. Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildi. Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekiyordu. Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmiyordu. Çok daha önemli olan başka bir şey vardı. Kendini bilmek...Ne istediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler yapabileceğini bilmek zorundaydın. Ancak o zaman doğru kararlar veriyor ve mutlu bir hayata sahip oluyordun. Ve kararlar birer kibritti...Ya kendini yakıyordun ya da ısıtıyordun...
8 Mart 2007 Perşembe
Eduardo Galeano'dan..
Hastalık derecesinde eğriyi doğruyu hesaplayarak ömür geçmez, çünkü hayatı, kasmadan yaşamak gerek.
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, Yürüyen Kelimeler adlı kitabında, Başarılı Adam üzerine Pencere adlı denemesinde şöyle diyor: "Uzaklığı hesaplamadan aya bakamaz. Çıkacak odunu hesaplamadan ağaca bakamaz. Fiyatını hesaplamadan bir tabloya bakamaz. Kaloriyi hesaplamadan bir menü'ye bakamaz. Avantajlarını hesaplamadan bir adama bakamaz. Riski hesaplamadan bir kadına bakamaz." Bu kadar hesapçı olunduğunda, başarılı olmak belki mümkün, ama böyle elde edilen başarının mutluluk getirmesi mümkün değil. Hastalık derecesinde eğriyi doğruyu hesaplayarak ömür geçmez, çünkü hayatı, kasmadan yaşamak gerek.
Kendinizi atlı bir arabanın sürücüsü olarak hayal edin. Atlar hayatınızı sembolize etsin. Önünüzdeki atların dizginlerini elden bırakmayacaksınız. Yön vereceksiniz. Motive edeceksiniz. Gözünüzü yoldan ayırmayacaksınız. Ama çok da sıkmayacaksınız dizginleri. Hayatınızı hem planlayacaksınız, nereye gideceğinizi bileceksiniz hem de geçtiğiniz yolda o arabayı sürmekten keyif alacaksınız. Nerelerden geçtiğinizi gözünüze, gönlünüze sindireceksiniz. Fazla ince eleyip sık dokursanız, günleri kendinize zehir edersiniz. Biraz da olsa macerayı göze almalısınız. Hayatınızı planlayarak, akışına bırakmalısınız. Yarınki işlerinizi, sorunlarınızı düşünerek, bugünü elinizden kaçırmayın. Korktuğunuzun başınıza gelebileceğini unutmayın.
Nitekim Galeano’da aynı fikirde ki bakın yine aynı kitapta Korku Üzerine nasıl bir pencere açmış: "Aç adam kahvaltıda korku yer. Sessizlik korkusu sokakları sarsar. Korku tehdit eder. Eğer aşık olursanız, AIDS olursunuz. Sigara içerseniz kanser olursunuz. Nefes alırsanız zehirlenirsiniz. İçki içerseniz, kaza yaparsınız. Yemek yerseniz, kolesterolünüz yükselir. Konuşursanız, işsiz kalırsınız. Yürürseniz, saldırıya uğrarsınız. Düşünürseniz, acı çekersiniz. Şüphe ederseniz, acı çekersiniz. Hissederseniz, yalnız kalırsınız." Bunlar doğru olsa da, kuruntu haline getirmeyin. Korkunun ecele faydası yoktur, sözünü bilirsiniz. Hesaplı kitaplı, yasaklamalarla dolu bir hayat, belki ömrünüzü uzatır ama, yaşadığınızı anlamadıktan sonra neye yarar? Şu söz de akıldan çıkmamalı hatta hiç. "Korkaklar her gün ölür, cesurlar bir kez".
Korkularınızı yenin. Kendinizi sevin. Ödülünüz olan yaşamın, tadını çıkarmaya bakın.
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, Yürüyen Kelimeler adlı kitabında, Başarılı Adam üzerine Pencere adlı denemesinde şöyle diyor: "Uzaklığı hesaplamadan aya bakamaz. Çıkacak odunu hesaplamadan ağaca bakamaz. Fiyatını hesaplamadan bir tabloya bakamaz. Kaloriyi hesaplamadan bir menü'ye bakamaz. Avantajlarını hesaplamadan bir adama bakamaz. Riski hesaplamadan bir kadına bakamaz." Bu kadar hesapçı olunduğunda, başarılı olmak belki mümkün, ama böyle elde edilen başarının mutluluk getirmesi mümkün değil. Hastalık derecesinde eğriyi doğruyu hesaplayarak ömür geçmez, çünkü hayatı, kasmadan yaşamak gerek.
Kendinizi atlı bir arabanın sürücüsü olarak hayal edin. Atlar hayatınızı sembolize etsin. Önünüzdeki atların dizginlerini elden bırakmayacaksınız. Yön vereceksiniz. Motive edeceksiniz. Gözünüzü yoldan ayırmayacaksınız. Ama çok da sıkmayacaksınız dizginleri. Hayatınızı hem planlayacaksınız, nereye gideceğinizi bileceksiniz hem de geçtiğiniz yolda o arabayı sürmekten keyif alacaksınız. Nerelerden geçtiğinizi gözünüze, gönlünüze sindireceksiniz. Fazla ince eleyip sık dokursanız, günleri kendinize zehir edersiniz. Biraz da olsa macerayı göze almalısınız. Hayatınızı planlayarak, akışına bırakmalısınız. Yarınki işlerinizi, sorunlarınızı düşünerek, bugünü elinizden kaçırmayın. Korktuğunuzun başınıza gelebileceğini unutmayın.
Nitekim Galeano’da aynı fikirde ki bakın yine aynı kitapta Korku Üzerine nasıl bir pencere açmış: "Aç adam kahvaltıda korku yer. Sessizlik korkusu sokakları sarsar. Korku tehdit eder. Eğer aşık olursanız, AIDS olursunuz. Sigara içerseniz kanser olursunuz. Nefes alırsanız zehirlenirsiniz. İçki içerseniz, kaza yaparsınız. Yemek yerseniz, kolesterolünüz yükselir. Konuşursanız, işsiz kalırsınız. Yürürseniz, saldırıya uğrarsınız. Düşünürseniz, acı çekersiniz. Şüphe ederseniz, acı çekersiniz. Hissederseniz, yalnız kalırsınız." Bunlar doğru olsa da, kuruntu haline getirmeyin. Korkunun ecele faydası yoktur, sözünü bilirsiniz. Hesaplı kitaplı, yasaklamalarla dolu bir hayat, belki ömrünüzü uzatır ama, yaşadığınızı anlamadıktan sonra neye yarar? Şu söz de akıldan çıkmamalı hatta hiç. "Korkaklar her gün ölür, cesurlar bir kez".
Korkularınızı yenin. Kendinizi sevin. Ödülünüz olan yaşamın, tadını çıkarmaya bakın.
4 Mart 2007 Pazar
1 Mart 2007 Perşembe
Sarhoş olun..
Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu.
Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? ...
Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun...
Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin.
Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...”
* * *
Baudelaire
Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? ...
Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun...
Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin.
Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...”
* * *
Baudelaire
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)